Medya dünyasında, spor ve sanat camiası ile sosyal medyada yaşanan çöküşler… Hepsi aynı hakikati haykırıyor: Şöhret afettir.
Şöhret ve Makam Sevgisi: Modern Çağın Putları
İnsan bazen açlıktan değil, alkıştan ölür.
Görünme arzusu, takdir edilme ihtiyacı ve makam sarhoşluğu öldürür insanı.
Bugün yaşadıklarımız bize bir kez daha gösteriyor ki, şöhret ve makam sevgisi insanın en ağır imtihanlarından biridir.
Son günlerde ardı ardına yaşanan hadiseler bunun acı birer misali oldu. Arabesk müziğin sevilen sesi Güllü’nün trajik ölümü, ardından ortaya atılan iddialar… Medya dünyasında, spor ve sanat camiası ile sosyal medyada yaşanan çöküşler… Hepsi aynı hakikati haykırıyor: Şöhret afettir.
Şöhretin Karanlık Yüzü
Şöhret, dışarıdan parlak bir vitrin gibi görünür. Alkış vardır, ilgi vardır, görünürlük vardır. Fakat vitrinin arkasında çoğu zaman yalnızlık, tükenmişlik ve savrulma gizlidir. İnsan “tanındıkça” değer kazandığını zanneder; hâlbuki çoğu zaman tanındıkça kendini kaybeder.
Sosyal medya bu hastalığı daha da büyüttü. Beğeni sayısı itibar, takipçi sayısı değer ölçüsü hâline geldi. İnsan artık “ne olduğu” ile değil, “kaç kişi tarafından görüldüğü” ile kıymet buluyor. Böylece hubb-u câh, yani şöhret ve makam arzusu, bireysel bir zaaf olmaktan çıkıp kitlesel bir hastalığa dönüştü.
Makamın İmtihanı
Bediüzzaman Said Nursî bu hakikati şöyle ifade eder:
“İnsanda, ekseriyet itibarıyla hubb-ı câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve şan ve şeref denilen riyâkârâne halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmaya, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î, küllî arzu vardır.”
İnsan sevilmek ister, takdir edilmek ister. Bu fıtrîdir. Ancak bu arzu kontrolden çıktığında kişi, şöhret uğruna hayatını bile feda edebilecek bir noktaya savrulur. Resûlullah Efendimiz (sav) bu tehlikeyi şöyle haber verir:
“Allah’ın koruduğu kimseler hariç, din ve dünya hususunda parmakla gösterilir olmak kişiye şer olarak yeter.”
Çünkü makam ve görünürlük, nefsi besler. Nefis beslendikçe büyür, büyüdükçe firavunlaşır. Firavunlaşan nefis ise zulme, riyaya ve kibire meyleder.
Alkışların Ardındaki Hakikat
Kur’an-ı Kerim net bir ölçü koyar:
“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömen ise ziyana uğramıştır.” (Şems 9–10)
Sevgili Peygamberimiz (sav) de makam sevgisinin kalpte nasıl bir tahribat yaptığını şu sözle ifade eder:
“Mal ve mevki sevgisi, suyun sebzeyi yeşerttiği gibi kalpte nifakı yeşertir.”
Bugün ekranlarda, magazin sayfalarında ve sosyal medyada gördüğümüz çöküşlerin temelinde de bu hakikat yatıyor. Firavunlar, Nemrutlar, krallar geldi geçti. Alkışlar sustu, tahtlar devrildi. Geriye sadece iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü kaldı.
Gaye Değil, Vasıta
Mal sahibi olmak başka, mal sevgisi başkadır. Makam sahibi olmak başka, makam sevdalısı olmak başkadır. İnsan yaşamak için mala, zulümden korunmak için makama, hizmet etmek için itibara ihtiyaç duyabilir. Ancak bunlar gaye değil, vasıta olmalıdır.
Nefis kendi başına bırakıldığında insanı insanlığından çıkarır. Gözüne iliştiği her şeyi parçalayan bir canavara dönüştürür. Bu yüzden makam hırsının tedavisi iki esasa dayanır:
Birincisi: İlim ile tedavi: İnsan makamın geçiciliğini, ölümle her şeyin biteceğini tefekkür etmelidir. Kur’an bu gafleti şöyle kınar:
“Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz; oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” (A‘lâ 16–17)
İkincisi: Amel ile tedavi: Kanaat, zikir, tevazu ve Allah’ın rızasından gayrı her şeyden yüz çevirmek… Kalpteki masiva sevgisini Allah’ın zikriyle temizlemek.
Ey insan! Sahnedeki ünlü olmayabilirsin, kameraların önünde de durmuyor olabilirsin. Ama kalbinde “görülme arzusu” varsa, bu imtihan senin de kapındadır. Şöhret geçicidir. Makam bir imtihandır. İtibar, ancak Allah’ın rızasıyla anlam kazanır.
Bir gün alkışlar bitecek, payeler sökülecek, unvanlar susacak. Kabir kapısına kadar gelen dünyevî dostlar orada duracak. Ve insan, Sultanlar Sultanı’nın huzuruna bir hiç olarak çıkacak.
Şöhret insanı yükseltmez; ya ifsad eder ya da imtihan eder.
Kurtuluş ise sadece Allah’ın razı olduğu yerde görünmeyi istemektedir.
Selâm ve duâ ile..
