Öğreterek yabancılaştırmak
İlk önce şu soruyu sormak gerekir.
Türkiye’de resmi olmayan öğretim kurumu var mı?
Cevap, hayır.
Bütün okullar doğrudan veya dolaylı olarak resmi kurum durumunda.
Hazırlanan müfredat programı çerçevesinde talim ve terbiye faaliyetini sürdürüyor.
Üniversite dediğimiz yerler bile tek tip müfredatı takip ediyor.
Mesela tıp fakültelerimiz bugün alternatif tıp denilen tıbbı bilmiyor, bilenler bunu öğretemiyor uygulayamıyor.
Teknolojik gelişmeler okullarda değil okul dışında gerçekleştiriliyor.
Nedeni okullardaki tek tip amaç, program ve ortamdır.
Kısaca talim ve terbiye yöntemimizle insanımızı kendisine ve insanî değerlere yabancılaştırmaya çalışıyoruz.
Kısaca ebeveyn çocuğum okuyacak. Çocuğum adam olacak.
Peki, sonuç nedir.
Sonuç ortada.
Talimde beceriksiz, terbiyede değerlerine yabancı bir nesil.
İmalat hatası olmamış olsa sonuç ortada.
Çocuklar okumuş ama adam olamamış. Zira Millî ve İslamî değerlere yabancılaşmış. Merhum Serdengeçti’nin tabiriyle “mahvedilen bir nesil”.
Meslek itibarıyla ömrünün çoğunu sınıfta geçirmiş biri olarak üzülerek belirtmeliyim ki, resmi öğrenim sürecimizin belirgin sonucu beceriler açısından yetersiz, değerler zaviyesinden kişinin değerlerine ve kendine yabancılaşması şeklinde tezahür ettiğini görüyoruz.
Tanzimat ve cumhuriyet döneminin baskın sonuçları itibariyle düşünecek olursak bunu rahatlıkla görebiliriz.
İnsanı insan yapan “eline, diline, beline sahip” olma, merhamet, rahmet, şefkat, sevgi, isar gibi duygulara bezenmişlik, komşu, arkadaş, ebeveyni düşünme, hak ve hukuku koruma gibi nitelikler öğrenim sürecinde törpülenmekte, örselenmekte ve yok edilmektedir.
Böylece, öğretim sürecimizin sonucunda ülkemizde git gide “insan insanın kurdudur” mantığı hâkim olmaktadır.
Peki, resmi öğrenim süreçlerinden geçen herkes kendine ve değerlerine yabancılaşmakta mıdır?
Elbette ki, hayır.
Zira sistemde imalat hataları da vardır.
Bu süreçten bizim gibi “imalat hataları olan”lar kurtulmakta ve bunlar öğretim sistemine rağmen bu milletin yaşamasının zemini oluşturmaktadırlar.
İmalat hataları dâhil herkes bilmelidir ki, yabancılaşma ve yabancılaştırma bazı kurumların öğrenim süreçlerinde daha fazla karşımıza çıkmaktadır.
Dün beraber çelik çomak oynadığımız, aynı sokağı paylaştığımız, beraber gülüp ağladığımız arkadaşlarımız, komşularımızın çocuğu, akrabalarımız bize tepeden bakmakla meşgul;
Üzerlerine geçirilmiş kıyafetten veya tahsis edilmiş mevki ve makamlardan olsa gerek burunları bir karış havada.
Her şeyleriyle büyüdükleri sokağa, eve, şehre ve sokağın insanına yabancı.
Moğollar topluluğunun tabiriyle “her şeye yabancı”.
Onlar artık “kutsanmış(!)” varlık. Zira kurumları da “kutsal(!)”
En tipik alanlardan birisidir tıp.
Salgın dönemlerinde daha belirgin bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Hâsılı kelam.
Resmi öğrenim sürecimiz insanımızı devşirerek milli ve İslami değerlere yabancılaştırıyor ve kendi toplumuyla çatıştırıyor.
Devşirme derken geçmişteki sisteme sadece şekil olarak benziyor muhteva olarak asla.
Devşirme usulümüzde ferdi millileştirme ve İslamileştirme vardı.
Ya bugün.
Evet, bugünkü süreçteki devşirme tam bir yabancılaştırmadır.
Ne kadar okul, ne kadar sınıf ve ne kadar öğretmen “o kadar yabancılaşma ve yabancılaştırma”
Üzülerek belirtmeliyim ki, bu süreçte maşalar daha fazla etkili. Maşalar torna sahiplerine uygun kalaslar üretme peşinde. Hem de millilik ve İslamilik iddiasında olanların pür gayretiyle. Eğitime yüzde yüz katkılarıyla.
Ümitsiz miyim?
Hayır.
“…la taknetu” diyor yüce Rabbim.
Ümidimi asla kaybetmedim.
İyi ki, imalat hataları var.
Ve.
İyi ki, yabancılaşma ve yabancılaştırmaya direnenler var.
İyi ki, “bir şey yapmalı, bir şey yapmalı” diye haykıran, icat eden ve çabalayanlar var.
Unutulmamalıdır ki, “Zafer dilenenlerin değil, zafer direnenlerindir”.
Bilinmelidir ki, kurumların işlettiği öğrenim süreçlerine ve giydirdikleri kıyafetlere rağmen kalkınma, ilerleme, icat, insanileşme ve İslamileşme sürecek.
Buna inanıyorum.
Çünkü bu milletin mayası sağlam.
Selam ve Sabırla…