Sultan İkinci Bâyezîd Han, Bâyezîd Câmiini yaptırınca, bir Cumâ günü câminin açılışı için geldi ve Baba Yûsuf Sivrihisârî'yi de "rahmetullahi aleyh" dâvet etti. Baba Yûsuf Sivrihisârî, namazdan sonra kürsüye çıkıp vâz etmeye başladı. Tesirli vâzıyla, Pâdişâh ve câmide bulunan cemâat ağlamaya başladı ve bu ağlama ile câmi inledi. Câminin açılışını seyretmek için gelip, dışarıda bekleyen üç hıristiyan, Baba Yûsuf hazretlerinin tesirli sözlerinden ve cemâatin topluca ağlamasından çok etkilenmişlerdi. Bu üç hıristiyan, müslüman olmaya karar verdiler. Hemen câmiye girip, Baba Yûsuf Sivrihisârî'nin huzûrunda müslüman oldular. Bu hâdiseyi gören Sultan İkinci Bâyezîd Han, yaptırdığı Bâyezîd Câmiinin ilk açılışında böyle bir hâdisenin vukû bulmasından dolayı çok sevindi. Sonra bunlara pek çok para ve mal hediye etti. Ayrıca vezîrlerinin de vermelerini söyledi. Böylece müslüman olmakla şereflenen üç kişi, dünya ve âhiret saâdetine kavuştular.
Seyyidî Hamîdî "rahmetullahi aleyh" hazretleri Osmanlılar devrinde yetişen büyük âlimlerdendir, buyurdular ki;
Peygamber efendimiz "aleyhissalatü vesselam" hadis-i şerifte buyurdu ki: (Müslümanlık beş şey üzerine kurulmuştur: Birincisi, Allahü teâlâya ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğuna inanmak, ikincisi her gün beş vakit namaz kılmak, üçüncüsü, senede bir kere malının kırkta birini Müslüman olan fakirlere zekât vermek, dördüncüsü, Ramazan-ı şerif ayında her gün oruç tutmak, beşincisi, Mekke-i mükerremeye giderek, ömründe bir kere hac etmek.)
Başka bir hadis-i şerifte de (Îman, altı şeye kalp ile inanmak ve inandığını dili ile söylemek ve Allahü teâlânın emirlerini beğenmektir) buyurdu.
Peygamberimiz "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (İyi huyları temâmlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim). Bir hadîs-i şerîfde, (Îmânı yüksek olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır) buyuruldu. Îmân bile, ahlâk ile ölçülmekdedir.
İslâmiyyetde rûh temizliği esasdır. Yalan söyliyen, hîlekârlık yapan, insanları aldatan, zulm eden, haksızlık yapan, din kardeşlerine yardım etmiyen, büyüklük satan, yalnız kendi menfe'atini düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin, hakîkî bir müslimân sayılmaz. Mâ'ûn sûresinin ilk üç âyetinde meâlen, (Ey Resûlüm, kıyâmet gününü inkâr eden, yetîmi, öksüzü incitip hakkını gasbeden, fakîri doyurmayan ve başkalarını da fakîre iyiliğe teşvîk etmeyen o kimseyi gördün mü?) buyurulmuşdur. Bu gibi kimselerin ibâdeti kabûl olunmaz. İslâm dîninde yasaklardan, harâmlardan sakınmak, emrleri, farzları yapmakdan dahâ önce gelmekdedir. Hakîkî bir müslimân, her şeyden önce, tâm ve mükemmel bir insandır. Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmak nedir bilmez. Resûlullah "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünyâ ve âhiret iyilikleri verilmişdir).
Rûh temizliğine gelince, müslimân, muhakkak güzel ahlâklı ve fazîletli olmalıdır. İslâm dîni, başdan başa ahlâk ve fazîletdir. İslâm dîninin, dostlara ve düşmanlara karşı yapılmasını emr etdiği iyilik, adâlet, cömerdlik, aklları şaşırtacak derecede yüksekdir. Ondört asrlık hâdiseler, bunu düşmanlara da, pek iyi göstermişdir. Sayılamıyacak kadar çok vesîkalardan hâtıra gelen bir dânesini bildirelim:
Bursa müzesi arşivinde, ikiyüz sene öncesine âid bir mahkeme kaydında diyor ki, Altıparmakdaki yehûdî mahallesi yanında bir arsaya müslimânlar câmi' yapıyor. Yehûdîler, arsa bizimdir, yapamazsınız dediklerinde, iş mahkemeye intikâl ediyor. Arsanın yehûdîlere âid olduğu anlaşılarak, mahkeme câmi'in yıkılmasına, arsanın yehûdîlere verilmesine karar veriyor ve hükm yerine getiriliyor. Adâlete bakınız!