“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız!.. Siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, milliyetinize karşı istihfâf ediyorsunuz.”
Bir İngiliz devlet adamı, üst düzey bir görüşmede şu soruyu sorar: “İngiltere ne zaman biter?”
Karşısındaki kişi, “Ekonomisi çöktüğünde mi?” der. “Hayır.” “Savunma sanayini kaybettiğinde mi?” “Hayır.” “Sömürgelerini yitirdiğinde mi?” “Hayır.”
Ve sonunda şu cevabı verir: “İngiltere, Shakespeare okunmadığı gün biter.”
Bu cevap, aslında bir hakikatin altını kalın çizgilerle çizer: Bir millet parasını kaybeder, yeniden kazanabilir. Toprağını kaybeder, bedel öder geri alabilir. Ama hafızasını, irfanını ve şahsiyetini kaybederse, adı yaşasa bile ruhu çekilmiş bir cesede döner.
Biz, o İngiliz’in ne demek istediğini henüz tam idrak etmiş bir toplum değiliz. Bunu anladığımız gün, yılbaşı gibi meselelerin de ne ifade ettiğini daha berrak kavrayacağız. Çünkü bir asırdır “şahsiyet” dediğimiz o ağır emaneti inceltiyoruz.
Taklitçiliği marifet sayıyor, bize ait olanı küçümseyip bize ait olmayanı büyütmeyi alışkanlık hâline getiriyoruz. Oysa biz, dünyanın en köklü geleneklerinden birine, en derin medeniyet hafızasına sahip milletlerden biriyiz. Buna rağmen tarihi sadece birkaç yüzyıla dayanan; zenginliğini de çoğu zaman sömürgecilik ve zulümle elde eden merkezlerin “ışığına” hayranlık duymak, en hafif tabirle kendimize haksızlıktır.
Kültürüne Sahip Çıkmak
Barış Manço’nun Japonya’daki konseri bunun çarpıcı bir örneğidir. Japonlar sahne öncesi ona, “Türkçe ya da Japonca konuş; İngilizce konuşursan yuhlarız. Çünkü herkes kendi kültürüyle konuşmalı.” derler. İşte kültürüne sahip çıkmak budur.
Peygamber Efendimizin (sav), “Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.” ikazı da, hayatın tabiî müşterekliklerine değil; semboller, ritüeller ve yaşam tarzı üzerinden bilinçli bir şekilde başkasının rengine bürünmeye yönelik tehlikeyi anlatır. Çünkü benzeme çoğu zaman masum bir jest değil; yavaş ama derin bir başkalaşma sürecidir.
Aliya İzzetbegoviç’in, “Biz düşmana benzediğimiz gün kaybederiz.” sözü bunun başka bir ifadesidir.
Bediüzzaman Hazretleri de aynı hakikati şu sözlerle feryat eder: “Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız!.. Siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, milliyetinize karşı istihfâf ediyorsunuz.”
Unutmayalım: Bir gecelik eğlencenin uğruna benliğimizi yakmak, dünyevî bir kayıptan çok daha fazlasıdır. Çünkü mesele takvim meselesi değil; kalbin pusulası meselesidir.
Bir Müslüman toplum, Kur’an’ın hakikatlerini bırakıp sahte masalların peşine düştüğü; kendi medeniyet hafızasını terk edip başkasının gösterisini “medeniyet” sandığı gün, aslında yavaş yavaş kendi bitişine yaklaşır.
Ey Müslüman! Sen zamanın şahidisin; gafletin taklitçisi değil. Sen izzet sahibisin; başkasının sofrasında kimlik arayan bir sığıntı değil. Bizim muhasebemiz, sadece “yeni bir yıl geldi” diye değil; o eşiğin önünde kendimizi yeniden inşa etmek içindir.
Bizim takvimimiz sadece gün saymaz; hicretin şuurunu, fetihlerin vakarını, karanlıktan aydınlığa yürüyüşün izzetini hatırlatır.
Geliniz; bu gecenin ruhunu kaybetmiş kalabalıkların bir parçası olmayalım. “Herkes yapıyor” rüzgârına kapılıp savrulmayalım. Asil bir yalnızlığın, vakur bir duruşun ve sağlam bir şahsiyetin temsilcisi olalım.
Çünkü eğer bir millet Shakespeare’i unuttuğunda bitiyorsa; bir Müslüman toplum da kendi hakikatlerini, dilini, değerlerini ve yönünü kaybettiğinde bitmeye başlar.
Ve Nebevî ikaz kulağımızda çınlasın: “Kim onlara benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”
Bu yalnızca dünyevî bir benzerlik değil; uhrevî bir aidiyet sorunudur. Başkası olmaya çalışarak elde ettiğimiz her şey, aslında kendimizden ve ebediyetimizden kaybettiklerimizdir.
“Unutmayalım ki; lezzetin zevali elemdir, elemin zevali ise lezzettir.”
Hayatın gerçek lezzeti geçici zevklerde değil, anlam ve istikamettedir. “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı iman ile hayatlandırınız, feraizle ziynetlendiriniz ve haramlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” diyen Bediüzzaman’ın bu hikmetli ifadeleri, insana hem dünya hem de ahiret saadetinin yolunu göstermektedir.
Selâm ve duâ ile…
