Hayat Boşluk Kabul Etmez!
Bugün yanıma bir genç geldi. Üniversiteyi bitirmiş. Ama bitirdiği bölümle ilgili bir iş bulamayınca hayalinde olmayan bir işte çalışmak zorunda kalmış. Çay söyledim, biraz sohbet ettik. Henüz 25-26 yaşında olmasına rağmen ne bir hedefi, bir hayali var. Hayatı kendi gidişatına terk etmiş. Boş vermiş yaşama. Her şeyi kendi haline bırakmış. Bir mücadele veya hayatında bir değişiklik yapma düşüncesi yok.
Aynı gün içinde bir süre sonra 65 yaşında bir emekli kişi geldi. Ne yaptığını sordum. Bahçe işleri ile uğraştığını ikinci üniversiteyi açıktan okuduğunu, kitaplarla dolu bir odada vaktinin bir kısmını değerlendirdiğini, düzenli dağ yürüyüşleri yaptığını söyledi. Geleceğe dair ümitleri, hayalleri ve planları vardı. Hayata bağlıydı, kendini geliştirmeye ve iyi yönde değişime açık olduğunu belirtti. İyilik hikâyelerine talip olduğu her halinden belliydi. Kısa süren sohbetimizden her ikimiz de büyük keyif aldık. Tekrar görüşmek temennisi ile ayrıldık.
Günün sonunda bir düşünürün şu sözü geldi aklıma “İnsanların çoğu 25 yaşında ölür ama 75 yaşında gömülür”.
Hayalleriniz, ümitleriniz, yapacaklarınız, hedefleriniz bitmişse, dünyaya ve kendinize dair değiştirmek istediğiniz bir şeyler kalmamışsa ölüden farkınız yok demektir. Emekli olunca illa bir işte çalışmanız gerekmiyor. Bir dernek çatısı altında, belirli bir grup içinde sosyal sorumluluk projelerinde yer alabilirsiniz. İyilik hikâyelerinde rol alabilirsiniz. Kitap okuyup, dost sohbetlerine katılabilirsiniz. Emeklilik kenara çekilip ölümü beklemek, boş durmak, üretmemek ve tüketici olmak demek değildir. İsteyen kendine bir uğraş, bir meşgale bulacaktır. Çünkü faydalı bir işle iştigal etmeyen olumsuz düşünceler tarafından işgal edilecektir. Hayat boşluk kabul etmez. Her anımızı güzel ve yararlı işlerle değerlendirmekten sorunlu olduğumuzu unutmayalım. Çünkü “İki günü birbirine denk olan ziyandadır”
Her insanın farklı bir pişme vakti vardır. Bazıları yavaş yavaş pişer, bazıları hemen kaynar. Ümidiniz yitirmeden hayatın altına odun atmaya devam ettiğiniz müddetçe günün birinde mutlaka hayat sizi olgunlaştıracaktır.
Toplum olarak aceleci ve sabırsız bir toplum haline geldik. Trafik ışıklarında sarı yandığında önümüzdeki insanlar bir saniye gecikir diyerek hemen kornaya basıyoruz. Uçakta herkesin yeri ayrı olmasına rağmen, birbirimizi ezerek uçağa biniyoruz. Yollarda ambulanslara ayrılmış yollardan öne geçmeyi marifet sanıyoruz. Bir yerde 3-5 kişi sıra bekliyorsa öne geçmenin yollarını arıyoruz. Randevumuz beş dakika gecikince söylenmeye başlıyoruz. Aradığımız kişi telefonu açmamışsa arka arkaya defalarca arayıp telefonu sonuna kadar çaldırıyoruz. Lokantada garson çorbamızı azıcık geciktirse fırça atmayı hak zannediyoruz. Ham geldiğimiz bu hayattan ham ve pişmemiş olarak göçmek ne kadar acı bir durum. Sabır ve şahsiyet eğitimine muhtacız. Ama bunlar okullarda, üniversitelerde verilen eğitimler değil. Şahsiyet enstitülerine, İrfan mekteplerine, edep sohbetlerine, İlim meclislerine muhtacız. Diploma sahibi olurken, şahsiyet gelişiminden tam not almayanlar hayatta tek kanatla uçmaya mecbur kalacaklardır. Soru çözmeyi bilen ancak sorun çözemeyen, akademik başarı puanı yüksek ama irfan ve edep puanı düşük bir toplum yaşanacak bir toplum değildir. Huzurlu ve mutlu bir toplum değildir. Huzuru para ve maddiyatta arayan insanların oluşturulduğu cemiyetlerde yaşayan bireylerin ruhu itminan duygusunu tadamaz. Cebi dolsa da gönlü, ruhu boş kalır.
Gözünü sadece zirveye dikmiş birisi, zirveye çıkarken yanından geçtiği sümbülleri, laleleri, şırıl şırıl akan çeşmeleri, mis kokulu dağ çiçeklerini göremez. Belki zirveye çıkmaya gücü ve ömrü de yetmez. Son nefesinde farkına varsa da iş işten çoktan geçmiş olur. Unutmayalım ki, anın değeri olmayabilir ama anıların değeri vardır. İyi ve güzel anılar biriktirmek için çırpınan, iyilik hikâyeleri peşinde koşan tüm insanlara selam ile!
Dr. Muzaffer Yurttaş
25 Temmuz 2022 – Manisa / Alıntıdır