Süryani Kültüründe Tevazu
Tevazu, eksikliğin farkındalığıyla başlayan/gelişen bir idrak biçimidir. Kişiliği ruhla hizalayan güçtür. Tevazu, egonun kendi sınırlarına çekilmesidir. Haddini bilmesidir. Hem kendine, hem başkalarına, hem bütün varlığa saygı duymasıdır. Değer vermesidir. Şayet ruhun üşümelerine karşı bir sıcaklık arzulanıyorsa, yüreklerin/ruhların derinliklerinde tevazua muhakkak uygun ve rahat bir yer hazırlanmalıdır. Çünkü bilgelik ve erdem, her daim tevazuun yoldaşıdır.
Süryani kültürüne göre, ‘‘Tevazu, ilahî değerlere organik bir bağla bağlı olan saf-temiz düşüncedir. Mütevazı kişi de, kötülüğü bildiği ve yapmaya özgürce güç yetirebildiği halde yapmayandır.’’ Persli Bilge Mor Afrahat (260-345), ‘‘Tevazu, adaletin meskenidir. Bütün iyiliklerin kaynağıdır’’ açıklamasını yapmaktadır.
İnsan olarak kusursuz olamayacağımızı anladığımızda alçakgönüllüğün kapısı açılır ve kendimizi geliştirme konusunda içimizdeki potansiyelin farkına varırız. Ninovalı Mor İshok (613-700)’un bunu çok güzel açıklamaktadır: “Zayıflığının farkına varan, alçakgönüllülüğünün zirvesine ulaşır. Zayıflığının bilgisinden yoksun olan, alçakgönüllülükten de yoksun olur. Alçakgönüllülükten yoksun olan kemalden de yoksundur. Kemalden yoksun olan da, henüz tehlikededir… Alçakgönüllülük olmadan insanın işi nihayete ermez. Çünkü özgürlüğünün senedine henüz ruhun damgası vurulmamıştır. Hala köledir ve işi tehlikeden kurtulmuş değildir. Anlayışlı olup da alçakgönüllü olmayan yoktur. Alçakgönüllü olmayan anlayışsızdır. Alçakgönüllü olup da huzurlu olmayan yoktur. Huzurlu olmayan alçakgönüllü de değildir. Huzurlu olup da mutlu olmayan yoktur.”
Çünkü mütevazı ruh nezaket ve merhametle karılmıştır. Tevazu kendi değerimizi azaltmak değil, başka insanlara değer vermektir. Tevazu, benliği aradan çıkararak, bütün varlığa gönül kapılarını açmaktır. Üstünlük taslamadan, insanın kendisini diğer insanlara denk bilmesidir. İnsanın kendi benliğini yerli yerine koymasıdır. Benlik davası gütmemesidir. Kâinatı saran o eşsiz ilahî fısıltıyı duyması ve benliğini geri çekmesidir. Denildiği üzere, ‘‘Nasıl karanlık ışığı açığa çıkarırsa, tevazu da kişide cennet ışıklarını aşikâr eder.’’
Çünkü yine Ninovalı Mor İshak’a (613-700) göre, ‘‘Tevazu, Tanrısal bir giysidir.’’ Tevazuun öğelerinde ne büyüklük, ne de küçüklük var. Çünkü o yükseklik değil, derinliktir. Onun için Suruçlu Mor Yakup (451-521) ‘‘Tevazuunun aşağısında kendisinin düşebileceği başka yer yoktur’’ sözünü söylemiştir.
Aziz Mor Afrem (306-373) bu yaklaşımı desteklercesine, ‘‘İyi işlerin meyvelerini yitirmemek için daima tevazulu tutum takınmalısın!’’ söylemiyle tevazuun yaşamsal önemini vurgularken, sağmal inek zihniyetine karşı,‘‘enhu detmakağt haşbuğ dlo havro / şayet mütevazı davranırsan, seni görgüsüz sanırlar’’ diyerek tarihî bir uyarıda bulunmaktadır. Bu anlamda istismara-sömürüye kapalı bir tevazu anlayışıyla davranmak; dikkatli olmak, zarar verici şeylerden kaçınmak, aslında bir sevgi eylemidir. Kendimize duyduğumuz sevgidir.
İnsan bu gerçekleri idrak ettikçe ve onlarda derinleştikçe, kök saldıkça, egosal baskılardan kurtulur, özgürleşir. Sorumluluğunun farkına varır. Asmada çubuk olmanın hazzını; o hazzın enerjisini yakalar. Çünkü ağaç ne kadar yükselirse yükselsin, toprakta derinleşen kökleri yoksa canlılığını koruyamaz. Aynı şekilde, insan da ruhsal değerlerle uyum sağlamadıkça, hatta derinleşmedikçe, yaşamdaki canlılığını ve üretkenliğini koruyamaz.
Yusuf Beğtaş