Bilindiği gibi insan, daima toplum içerisinde yaşamaya her zaman ve koşulda muhtaç bir varlıktır. Bu muhtaçlıktandır ki, saygı, sevgi, toplumsal örf ve adetler, gelenek ve görenekler doğmuş, toplumda ırkı, dili, dini, ten rengi ve düşüncesi ne olursa olsun, bir insanın başka bir insanla ya da toplumla olan ilişkisindeki sınırları belirlemiştir. Tamam, kabul etmeliyiz ki, istisnalar kaideleri bozmaz, ve insanlar arasında da maalesef öyle uçuk kaçık insanlar vardır ki, en zarar verilmeyecek şeylere ya da şöyle belirteyim zarar verilince, kendisine hiçbir çıkar sağlamayacak canlı cansız çevrelerindeki her şeye zarar veriyorlar. “Ne gibi mi ?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Bugün ülkemizde, türlü sorunlar sıkıntılar varken, işsizlik gibi, ülkemizin enerjisini en çok tüketen, çıkacağı yolun sonunda kullanılacağını kestiremeyip inatla o yola devam eden çeşitli örgütleri gibi, insana yaşadığı alanda kendini insan gibi hissettiren bir hizmette var bardağın dolu kısmında... “Yiğidi öldür hakkını yeme” demişler ; bugün çevre düzenlemesi ve kentsel dönüşüm olarak, oksijen, ekmek, su, yaşam-sağlık hakkı gibi sosyal güvenceler, vatandaşlık ve güvenlik gibi en çok önem arz eden konulardan sonra gelen “refah seviyesi yüksek olan şehirlerde yaşamak” hakkına hizmet olarak, ibrenin sonlara dayandığını çok açık görmekteyiz. Her şehrin nüfus açısından olsun kentleşme ve diğer alanlarda olsun büyüyüp genişlemesini de doğru bulmuyorum, doğru olsaydı, her ne kadar işsizlik sorunu da olsa köy ve kırsal kesimlerde, havası suyu güzel ve temiz diye oturulamazdı kalabalıktan. Mesela “Savur” örneğinde olduğu gibi, o ilçe aslında olduğu gibi şirindir ve güzeldir. O ilçe, bir Kızıltepe ilçesi gibi olsaydı, kanımca güzelliğini, değerini düşürmüş olurdu. Ancak bize düşen, bulunduğumuz yer küçük olsun büyük olsun, daima temiz tutmak ve her ne nedenle olursa olsun, hiçbir şekilde zarar vermemek. Bu konuda Prof. Dr. Yusuf El-Qaradavi’nin “İslamda Çevre Bilinci” isimli kitabını okumanızı şiddetle öneririm. “Temizlik aynı zamanda bir ibadettirde” demeye getirilen çok husus var olduğunu göreceksiniz…
Ancak dini açıdan baktığımız gibi felsefi açıdan da bakacak olursak karşımıza şöyle bir sonuç çıkar tartışmasız ; her ne olursa olsun bir şeyin : “NEDEN” i önemli, her şeye, geniş bir bakış açısıyla bakmak lazım daima. Herkes her konuda kendi penceresinden bakınca haklı gözüküyor, ancak pencere açılarıyla değil de, dama, çatıya çıkıp bir de öyle etrafa bakmak lazım değil mi… Bir insan kin mi tutuyor… Neden ? Bir çocuk babasız mı kaldı, eşi dul mu kaldı… Neden ? Bir insan çevresine zarar mı veriyor… Neden ? Bir trafik kazasından tutunda bir ağaçtan yaprağın düşmesine kadar, insanoğlunun yaradılışı gibi, kainatta her şeyin bir nedeni var… Benim burada yazmamın da bir nedeni var ancak o neden, hiçbir siyasi görüşe ya da sivil toplum örgütlerinin ekmeğine yağ sürmek için değildir, altını çizerek belirtmek istiyorum yeri gelmişken.
Konuyu nereye getireceğimi merak edenler için ; konu, aslında insanların bilinçli yetiştirilmesi. Örneğin bugün orta büyüklükteki bir parkın maliyeti, yoksul bir insanın hayal edeceği miktar. Siz beldeler ile ilçe merkezi ile tahmini bir rakam veriyorum 20 park kurarsanız ve bir parka 10.000 TL ila 20.000 TL para harcarsanız, kaldı ki bunların yanında sosyal tesisleri var, taziye evleri var, kurulması – yapılması muhakkak gerekli daha sayamayacağım nice toplumsal ihtiyaca yönelik lokal ve tesis var. Bu maliyeti, gözünüzü kırpmadan Midyat gibi potansiyeli her açıdan çok yüksek bir memlekete, coğrafi konumu gereği stratejik bir konumda olan bir bölgeye, dökerseniz, karşılığında elbette o maliyet bir yana, ortaya konulan onca emeğe, saygı ve sadakat beklersiniz…
Aslında toplumu yönlendirmek istediğim, parklara ve benzeri yerlere verilen zarar değil, islami açıdan çevremize beslememiz gereken duygu ve düşüncelerdeki hassasiyet, istisnasız her insanda olması gereken duyarlılığın oluşabilmesi. Bu gibi etmenler, ilk öğretmen anne baba tarafından aşılanmalı, daha sonra “eti senin kemiği de senin” denilerek teslim edilen öğretmenlerimiz tarafından devam ettirilmeli.
Burada güzel bir örneği belirtmeden geçemeyeceğim ; bir gün tesadüfen Kanal 23 ‘ e denk geldim. Kanal Elazığ’ın yerel kanalı. Orada, yörenin eğitim camiasından bir yetkili, İl Milli Eğitim’de çalışan Müdür yardımcısı gibi bir yetkiliydi sanırım, aynen şunu aktardı. “Bakın” dedi, “İngiltere’de her insanın dosyası tutuluyor. O dosyada, o insanın ne gibi şeyler konusunda yetenekleri var, ya da zaafları mevcut hepsi bir bir yazılıp kayda alınıyor, ve o dosyayı, doğar doğmaz aile hekimi ve hastane açıyor, ardından ana babasına teslim edilip, sonra da ana sınıfı öğretmeninden tutunda, üniversitedeki rehber hocalarına kadar devam ediliyor. Bu ne kadar güzel bir şey”. Hakikaten de, bir insana verilen önemi hat safha da anlatan güzel bir örnek. Ben dinlediğim yetkilinin yalancısıyım, fakat bu böyle ise, insana, verilen değeri ispatlıyor bir nevi. İnsan, düşünebildiği kadar insandır, kendi hayatını önemseyebildiği kadar insandır, değerlidir. Bu her açıdan böyle.
Bir insan şiddete ne sebeplerle yatkın olur, bastırılmış duygular mı, öfke kontrolsüzlüğü mü… Genelden özele doğru indirgersek, topluma ve çevreye, bir başka insana, sosyal alanlara, park ve bahçelere, parklardaki banklara ya da insanların yararı için düşünülmüş canlı ya da cansız her nesneye. Bunlar ne amaçla zarara uğratılıyor bilmiyorum ama, zarara uğratılması ve zararlarının bazı köylü kurnazlığı güden insanlarca kar gibi düşünülmesi, devletin bir mumunu dahi kendi işi için kullanmaktan imtina eden Hz. Ömer'i düşününce, küçümsenecek bir ihanetlik değildir kanımca. İnsan neden oturduğu banka zarar verir, sırtlığını kırar, oturulamaz hale getirir, neden duvarlara yazı yazar, neden çevresine ve insanlara zarar verir ? Medeni toplumlarda bu soruların sorulmasına bile gerek yoktur biliyor musunuz… Peki Midyat ? Medeniyetten nasibini almamış bir toplum muyuz.
Görüşümce hayır, tam aksine, Türkiye’nin küçük şirin bir motifi olarak Midyatımız, medeniyet öğreticisi görevini tarih boyunca üstlenmiştir geçmişe bakılırsa. Midyat için, Midyatlı için, Midyat’ın tüm alanlardaki potansiyelini kanıtlayabilmek için, ve kafasında Midyat ile ilgili önyargıları bulunan insanlarda tabuları yıkmak için Midyat Belediye Başkanı, Sayın Veysi Şahin, bu konuda insanüstü bir çaba sarf ediyor. Yönetici olmak hiç kolay değildir siz de tahmin edebiliyorsunuzdur ; günde sayısını bilmediğim, en az elli ila yüz arası telefon görüşmesi yapmak, bir çok insanın sıkıntılarını dinlemek, sayıları az da olsa, sizi anlamak istemeyen bazı kesimler, dost postu içindeki düşmanlar, açığa vurmayıp hesabını içten yapanlar, çıkar güdenlere yöneticilik yapmak, tüm bunlar işi üç kat daha da zorlaştırıyordur. Yani, işin özü ; “söz konusu düşman bile olsa, başkasının zararı bizim karımız olamaz, başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edilmez. Mutsuzluğun temelleri üzerine inşa edilen mutluluklar, elbet bir gün yıkılır, yıkılmaya mahkumdur.” ideolojileri ile hareket edip, memleketimiz için, Mardinimiz için, ülkemiz için tek tek ayrı parmaklar şeklinde değil de, sıkıca, bir yumruk gibi durmak zorundayız, ancak bu yumruk gibi duruşta, bir parmak diğer bir parmağa acı çektirmemeli.
Bir kez daha düşün Midyat diyor, ve “insan eğildiği yeri de dik durması gereken yeri de iyi bilecek, insan, kendine yakışanı yapar” diye de ekliyorum. Bize yakışan, bize sunulan hizmete nankörlük etmeyip, emeğe layık yaşamaktır. Unutmayalım ki, olmamalı fakat, insan, yokluktan musluk başlarını, sokak lambalarının duylarını, rögar kapaklarını çalıp satabilir, yokluk adama yapmaması gereken şeyleri bile yaptırır, o hepimizin ayıbı, orası muhakkak önünün alınması gereken ayrı bir konu ama, durup dururken veyahut da zarar vererek mutlu olma ihtiyacından, sokaklara, sosyal alanlara, binalara, duvarlara, yedi bölgemizdeki bir çok tarihi eserlerimize zarar vermemeli… Esen kalın.