İnsan Hastalıktan Değil Ecelinden Ölür
Veysi ERKEN
Taziyelerde genelde vefat edenin yakınına ananız/babanız/ kardeşini vs. neden, niçin, nasıl vefat etti diye soruluyor.
Taziyeye giden bir doktor vefat edenin yakınına neden vefat etti, hastalığı ne idi? Diye sorunca, vefat edenin yakını “babam hastalıktan değil, ecelinden öldü” diye cevap vermiş. Bu cevap doktorun hoşuna gitmiş ve kendisine hasta diye gelenlere “kimse hastalıktan ölmüyor, ecelinden ölüyor” demeye başlamış.
Hadiseyi bana anlattı ve çok hoşuma gitti. Gerçekten insanlar veya diğer canlılar “ecelinden ölür”. Buna inanıyorum.
Vade doldu mu bizler bahane arıyoruz. Şu hastalıktan, falan kaza sonrasından, kahrından, düşerekten vs.
Genelde aklımıza vadenin dolduğu aklımıza gelmez. Hele hele bu salgın döneminde hayatımız altüst edildi, ölüm anlamsızlaştırıldı, tıpkı hayatın anlamsızlaştırıldığı gibi.
Halbuki “ölüm” “hayat”ın bir mütemmim cüzü. Kaçınılmaz. Ama son değil, yeni bir hayatın başlangıcı.
Onun içindir ki, ölümü unutmamak ve vahyin dairesinde yaşamak gerek.
Bu gerçeklikten hareketle daha önce sormuştum. “Ölüm” Hayatımızın Neresinde?
“Ölüm” hayatımızın neresinde sorusunun cevabını beraber okuyalım.
“Zihinlerimiz işgal altında.
Kırıma uğramış, Adeta bir soy kırım. Kelimelerimiz ve cümlelerimiz yok edildi. Hafızamız (hard disk) bize ait olmayanlarla dolduruldu.
Adeta yok edildik.
Kitabımız “Kur’an”ı ve onun uygulaması olan “sünnet”i kaybettik.
“Hikmet” yitik, “gönül” mahzun oldu. Akıl “önerme”siz kaldı. Yolunu şaşırdı, çıkmaz yollara saptı. Akıl şaştı, şaşırttı.
Çeviri kitabıyla, sinemasıyla, tiyatrosuyla, sanatçı denilen zerzevatla, yazar- bozarıyla, oyunuyla kaybettirildi “hikmet”imiz, işgal edildi “gönlümüz”
Kısaca her şey ve her araç kullanılarak zihinlerimiz işgal edilmiş, hafızamız mezbeleliğe dönüştürülmüş ve hayata ve ölüme bakışımız değiştirilmiştir. Hayat ve ölüm hikmeti gönlümüzden, aklımzıdan, tefekkürümüzden çıkarılmıştır, ortadan kaldırılmıştır.
“Hayy” mıyız? “Mevta” mıyız?
Belli değil bu dünyada.
Dünyanın geçiciliğine vurgu yapıyordu ozanımız.
“İki Kapılı Bir Handa
Gidiyorum Gündüz Gece” diyordu Âşık Veysel.
Hayatımızın ve ölümümüzün bir anlamı vardı iki kapılı handa.
Kalıcı durak değildi bu han. “Ölüm” gerçeği bizi “diri” kılıyordu bu handa.
Zihnimiz işgal edildi.
Hayatımızın anlamı kaydı.
Artık ölüm bizim için bir yokluk. Uğrunda yaşayacağımız ve ölebileceğimiz bir “ ölüm” gerçeği, hayali ve gayesi de yok.
Ölümler bize bir şey anlatmıyor.
Geçmişimize bakalım “yaşatmak için ölümü göze alıyorduk”.
Dünyaya bunun için hükmediyorduk. Rabbulalemin bize bunun için “kudret” veriyordu.
Fütuhat müyesser oluyordu.
Gönülleri fethediyor ve ihya ediyorduk ölüme bakışımızla.
Ya şimdi.
“Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız. Âlî İmran 145” ayetinin anlamını kaybettik.
Sanki ölüm bizim elimizde. Bedenen yok olsak bile yok olmayacağımızın şuurunu kaybettik.
Evet, “Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz. Ankebut-57” bedenen ölsek bile hesaba çekileceğimizin gerçeğini kaybettik.
Ölüm şeklini, zamanını ve yerini bile seçmeye kalkıştık şuursuzca.
“Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez; hiç kimse nerede öleceğini bilemez; ama Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. Lokman-34” hükmünü unuttuk.
Ölmeliydik şuursuzca.
Hâlbuki “hayy”lığımız için "ölmeden önce ölünüz" düsturu vardı diriliğimizde.
Yaşamak ve yaşatmak için ölmek.
Her güzelliği yaşamak ve yaşatmaktı hedefimiz ve emelimiz. Çünkü biz, “Allah yolunda öldürülenler için "ölüler" demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz. Bakara-154” gerçeğine inanıyorduk.
“Hayy” gerçeği.
“Hayy”dan ve “hayat”tan koparıldık.
“Hayy” ve “Hu”yu bilemez hale geldik. Halbuki imtihanı kazanmak için “Hayy”dan, “Hu”ya gidiyoruz hesap vermeye.
Maalesef hesap, kitap ve mizan unutturuldu.
Zihnimiz işgal edildi.
Öldük.
Ceset olduk. Boş kütük gibi
Geliniz “ölüm” üzerine bir daha tefekkür edelim. Ölüme olumlu bakışımızla dirilelim. “Öldüren de O’dur, yaşatan da.Necm Süresi 44.” şuuruna dönelim.
“Sizi Allah yarattı, sonra da vefat ettirecektir. İçinizden, (sahip oldukları) bilgiden hiçbir şeyi bilmeyecek yaşa, ömrün en düşkün çağına kadar yaşatılanlar da vardır. Kuşkusuz Allah ilim ve kudret sahibidir. Nahl Süresi 70. Gerçeğinin farkına varalım
“Bilesiniz ki göklerin de yerin de hükümranlığı Allah’ındır. Yaşatan O’dur, öldüren O’dur. Allah’tan başka sizin için ne bir dost ne bir yardımcı vardır. Tevbe Süresi 116.”
“Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez. Vakıa Süresi 60-61. “
Şöyle de: "Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır. Sonra akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O da size yapıp etmiş olduklarınızı bildirecektir. Cuma Süresi 8. "
Var mısınız hayatımızı “ölüm” gerçeği ile ihya etmeye, gönülleri fethetmeye ve başta kendimize olmak üzere dünyaya nizam vermeye. Zihnimizi işgalden kurtarmaya, hafızamızı “Kur’an”la yenilemeye, “ölüm”ü anlamaya ve onunla hayatımızı diriltmeye
Bilelim ki, “ölüm”ü unutan “ölür”.
Selam ve Sabırla…