Kimliklerin Gölgesinde Şekillenen Düşünce Dünyamız

“Gerçek düşünsel olgunluk, kimliği değil, hakikati merkeze almaktan geçer. Fikirler, sahipleriyle değil; doğruluklarıyla yaşar.”

Abone Ol

“Toplum olarak en büyük yanılgılarımızdan biri, bir fikri içeriğine göre değil; onu dile getiren kişinin kimliğine, görevine ya da siyasi konumuna göre değerlendirmemizdir. Bu yaklaşım, düşünce dünyamızı daraltır; hakikatin önünü, kimliklerin gölgesiyle kapatır.

Ne yazık ki ezberci eğitim sistemimiz, eleştirel sorgulamayı teşvik etmediği için insanlar bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabiliyor. Fenomen etkisi ve popülerlik, fikirlerin içeriğinden çok söyleyenin tanınırlığına odaklanılmasına yol açıyor. “Bir söz, bir düşünürün kitabında yıllarca fark edilmezken; aynı söz, bir fenomenin paylaşımında milyonlarca etkileşim alabiliyor.”. Bu durum, hakikatin önünü tıkıyor.

Bugün kamuoyunda farklı alanlardan isimler, genel siyaset ve politikalara yönelik eleştiriler dile getiriyor. Ancak bu eleştiriler çoğu zaman fikir üzerinden değil, statü üzerinden değerlendiriliyor. “Artık görevde değil”, “Kırgınlıkla konuşuyor”, “Kişisel hesaplaşma” gibi yorumlarla sözün içeriği bastırılıyor. “O yüzden söyledikleri değersiz” cümlesi, tartışmaların özünü zayıflatan en yaygın refleks haline geldi. Oysa görevde olmamak, kişinin doğruyu söyleme hakkını ortadan kaldırmaz. Kırgınlık ya da kişisel geçmiş gibi etiketler, sözün hakikatini gölgelemez.

Bu yaklaşım, düşünsel kolaycılığın bir sonucudur. Çünkü bir fikrin doğruluğu, sahibinin makamına, popülerliğine ya da güncel statüsüne bağlı değildir. Said Nursî’nin ifadesiyle: “Fena ve fâni bir adamın güzel ve bâkî bir sözü var.” diyerek sözün güzelliği ve hakikati, onu söyleyenin karakterinden bağımsızdır. Hakikat, kimden gelirse gelsin değerlidir.

Bugün sosyal medyada, akademide, siyasette ve gündelik hayatta fikirler çoğu zaman kimlik üzerinden değerlendiriliyor. Said Nursî’nin bu ölçüsü, bu hastalıklı bakışa karşı bir panzehir gibidir.

Toplum olarak eleştiriyi kişisel bir saldırı değil, gelişmenin doğal bir aracı olarak görmeliyiz. Eleştiri düşmanlık değildir; bilakis, kendini düzeltmenin ilk adımıdır. Eğer bir düşünce doğruysa, onu söyleyen kişi ister eski bir bakan olsun, ister bir vatandaş, isterse bir muhalif… o söz, değerinden hiçbir şey kaybetmez. O söz kıymetlidir.

Said Nursî’nin yaklaşımı bize şunu öğretiyor: Hakikate sadakat, kişiye sadakatten üstündür. Çünkü hakikat bâkîdir, insanlar ise fânidir. Bu ilke sadece dini bir öğreti değil, aynı zamanda düşünce ahlakıdır. Bir toplum, fikirleri şahıslardan bağımsız değerlendirmeyi öğrendiği ölçüde olgunlaşır.

Toplum olarak “Kim söyledi?” yerine “Ne söylüyor?” sorusunu sormayı öğrendiğimiz gün, düşünsel olgunluğun kapısı aralanacaktır. Bugün Türkiye’de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey belki de budur: Sözün sahibine değil, sözün özüne kulak vermek. Fikirleri statü, makam veya kimlik süzgecinden değil; akıl, vicdan ve adalet süzgecinden geçirmek gerekir.

Bir sözün değeri, sahibinin konumunda değil; taşıdığı doğruluktadır. Kimin söylediği üzerinden yapılan değerlendirme, fikirleri değil kimlikleri yarıştırır. Eleştiri bir çatışma değil, bir aynadır. Toplumlar kendilerini bu aynada görür, eksiklerini fark eder ve olgunlaşır. Hakikat, kişilerin değil; insanlığın ortak mirasıdır.

“Gerçek düşünsel olgunluk, kimliği değil, hakikati merkeze almaktan geçer. Fikirler, sahipleriyle değil; doğruluklarıyla yaşar.”

Fikirler değerlendirilirken şu sorular sorulmalıdır:

  • “Kim söyledi?” yerine “Ne söylendi?”
  • “Bizden mi?” yerine “Doğru mu?”
  • “Görevde mi?” yerine “Hakikate hizmet ediyor mu?”
  • “Kırgın mı?” yerine “Sözün içeriği nedir?”

Düşünce tarihinden örnekler:

  • Aliya İzzetbegoviç: “Hakikat, özgürlük ve sorumlulukla anlaşılır.” Bir fikir kimden gelirse gelsin değerlidir; önemli olan insanı yüceltip yüceltmediğidir.
  • İbn Rüşd: “Akıl ve hakikat bir bütündür.” Hakikat kişisel değil evrenseldir; fikir sahibinden bağımsız olarak değerlendirilmelidir.
  • Mevlânâ: “Sözün sahibinden çok, sözün gönülde ne uyandırdığı önemlidir.” Söyleyenin kimliğine odaklanmak, sözün özünü kaçırmaktır.

Toplumun olgunlaşması için:

  • Kişi merkezli değil, içerik merkezli düşünme kültürü gelişmeli.
  • Eleştiriden korkulmamalı; gelişmenin doğal bir parçası olarak görülmeli.
  • Doğru, kimden gelirse gelsin kabul edilmeli.