Birleşmiş Milletler’in Kuruluş Günü Üzerine:

Gerçek barış, ancak adil temsil ile mümkündür. Aksi hâlde Birleşmiş Milletler, ismindeki “birleşmiş” kelimesinin anlamını çoktan yitirmiş olur.

Abone Ol

Birleşmiş Milletler’in Kuruluş Günü Üzerine: Adalet, Temsil ve Reform İhtiyacı.

Kıymetli okuyucularım, bugün 24 Ekim — Birleşmiş Milletler’in kuruluş yıldönümü. Bu vesileyle yazımı, küresel barışın simgesi olarak kurulan ancak günümüzde adaletli temsilden giderek uzaklaşan Birleşmiş Milletler’e ayırmak istedim.

1945 yılında savaşın yıkıntıları üzerine kurulan BM, dünya barışını ve güvenliğini korumak; uluslararası ekonomik, toplumsal ve kültürel işbirliğini geliştirmek amacıyla yola çıktı. Aradan geçen 80 yılda bu hedefler doğrultusunda önemli çalışmalar yürüttü. Ancak değişen dünya dengeleri, bu kurumun yapısal sorunlarını da gün yüzüne çıkardı.

Bugün BM, 193 üye ülkeye sahip. Ancak karar mekanizmasının merkezinde, veto hakkına sahip beş ülke bulunuyor: Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Rusya, Fransa ve Çin. Bu ülkeler, II. Dünya Savaşı’nın galipleri olarak Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri oldular. Aradan on yıllar geçti, fakat bu ayrıcalıklı statü hiç değişmedi.

Bu beşli, kendilerine tanınan “veto hakkı” ile geri kalan 188 ülkeyi etkisiz hâle getiriyor. Bir tanesinin “hayır” demesi, milyonların “evet”ini susturabiliyor. Bu duruma “adalet” değil, küresel tahakküm demek daha doğru olur.

Güvenlik Konseyi’nde bir karar alınırken, bu beş ülkeden birinin “hayır” oyu tüm süreci geçersiz kılabiliyor. Bu durum, BM’nin temelini oluşturan eşitlik ve adalet ilkesiyle açıkça çelişiyor. Birleşmiş Milletler, 80 yıldır “adalet” için var olduğunu söylüyor. Peki gerçekten öyle mi? Bir tek ülkenin “hayır” dediği yerde milyonların sesi nasıl duyulsun?

Bunun son örneği, Filistin–İsrail çatışmasında yaşandı. Brezilya’nın sunduğu ateşkes önerisi, 13 ülkenin onayına rağmen yalnızca ABD’nin vetosuyla reddedildi. Filistin’de çocuklar ölürken, milyonlarca insan açlıkla mücadele ederken, bir ülkenin vetosu bütün insanlığın vicdanını susturabiliyor.

Bu nasıl bir adalet sistemi olabilir? Bu nasıl “birleşmiş” milletler?

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sıkça dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” ifadesi, işte bu adaletsiz yapıya yöneltilmiş haklı bir eleştiridir. Bu söz, sadece Türkiye’nin değil, temsil edilemeyen tüm mazlum coğrafyaların ortak talebidir: daha adil, daha kapsayıcı bir dünya düzeni.

Bugün artık 1945’in dünyasında yaşamıyoruz. Afrika, Latin Amerika, Asya ve İslam coğrafyası gibi bölgeler küresel siyasette daha etkin hâle geldi. Bu nedenle BM’nin yapısının da değişen dünyaya ayak uydurması kaçınılmazdır.

Dünyanın bu adaletsiz düzeni kabullenme lüksü kalmamıştır. Afrika’nın, Asya’nın, Latin Amerika’nın, İslam dünyasının sesi de masada olmalıdır. Aksi hâlde BM, meşruiyetini tamamen kaybedecektir.

Gerçek barış, ancak adil temsil ile mümkündür. Aksi hâlde Birleşmiş Milletler, ismindeki “birleşmiş” kelimesinin anlamını çoktan yitirmiş olur.

Bizlerin de en az onlar kadar güçlü olmaktan başka çaremiz yoktur. İtilip kakılmaktan, zulüm sahiplerinin oyuncağı olmaktan ve içinde bulunduğumuz zillet hâlinden kurtulmak istiyorsak, çok çalışacağız; çok çalışacağız, çok çalışacağız…

Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet ve ittifak silahıyla mücadele edeceğiz. Ta ki güçlü olana kadar! Bilimle, birlikle, çalışarak…

Çünkü bu düzeni değiştirecek tek şey, sözle değil, güçle desteklenen adalet olacaktır. Ve biz biliyoruz ki: Zalimlerin tek anladığı dil, gücün dilidir.

Not: Yazı 24 Ekimde yayınlanması planlanmış ancak teknik aksaklıktan 25 Ekime sarkmıştır. Anlayışınız için teşekkür ederim