Bir Mesleği Yapmak mı, Onu Yaşamak mı?

Her adımda, her işte içsel bir sevgiyle, alçakgönüllülükle ilerlediğimizde, işin gerçek anlamını buluruz. Kibir, nefret ve bencillikten uzak, içsel huzur içinde yaşadığımızda ise, işte o zaman ruhumuzun yücelişine tanıklık ederiz. İşimizde de başarı ve kazanç elde ederiz.

Abone Ol

Bir Mesleği Yapmak mı, Onu Yaşamak mı?

"Bir işe gösterdiğin özen, kalbine gösterdiğin özenin aynası olmalıdır."

Süryani Hikmeti

İnsanoğlu dünyaya sadece yaşamak için değil, anlamla yaşamak için gelir. Her birimize bir yol, bir uğraş, bir meslek, bir hizmet verildi.
Kimi mabette din adamı, kimi okulda öğretmen...
Kimi hastane koridorlarında doktor, kimi yargı salonlarında avukat...
Kimi tarlada çiftçi, kimi fabrikada işçi...
Kimi akademide araştırmacı, kimi medyada gazeteci ve yazar...
Kimi evinde anne, baba, kimi okulda müdür...
Kimi diplomaside elçi, kimi sokakta esnaf...
Kimi gönüllü, kimi girişimci... kimi siyasetçi, kimi herhangi bir alanda yönetici..
Ve kimi de sadece bir dinleyici, bir dua eden veya boş gezen…

Ancak her bir meslek, bir dış görünüşten ibaret değildir. Çünkü esas mesele, bu mesleği yapmak mı, yoksa onu tüm kalbimizle yaşamak mı?

Bir mesleği “yapmak”, yalnızca dışsal bir görevin gereğini yerine getirmek demektir. İşi yapmak, zamanı doldurmak, görünürde başarılı olmak…
Ama bir mesleği “yaşamak” o mesleğin ruhunu özümsemektir. İçindeki inançla, tevazu ve sadakatle her gün yeniden başlamak demektir.
Aziz Mor Efrem’in dediği gibi: “İşin şanı değil, ruhun sesi yüceltir insanı.”

Kilisedeki din adamının görevi yalnızca vaaz vermek değil, şefkatle insanlara hizmet sunabilmektir.
Öğretmenlik sadece bilgi vermek değil, çocuğun ruhuna dokunabilmektir.
Avukatlık sadece savunmak değil, adaletin vicdanını taşımaktır.
Gazetecilik sadece haber aktarmak değil, hakikati kirletmeden duyurmaktır.
Esnaf olmak sadece alışveriş yapmak değil, sabırla insanı ağırlamaktır.
Anne-baba olmak sadece büyütmek değil, dua etmek, beklemek ve sarmaktır.

Ve her meslek, kibirle ve bencillikle kirlenirse kutsiyetini yitirir.
Çünkü kibir ve bencillik, içsel yoksulluğun gürültüsüdür.
Süryani bilgeliği şöyle der: “Kendini yüksek gören, Tanrı’nın ışığını gölgeler.”
Ve şöyle devam eder, “Kendini yalnızca kendi menfaati için gören, başkalarının ışığını söndürür.”

Bencillik, insanı yalnızlaştırır, kalbini daraltır ve çevresindeki her şeyin değerini küçültür. Kibir ise, insanın en güzel nimetlerinden olan tevazuu yok eder.

İşin özü şudur: Kibir, bencillik, nefret içsel huzurumuzu ve başkalarına olan bağlılığımızı öldürür.
Süryani bilgeliği, bize içsel huzurun sadece sevgi ve merhametle bulunabileceğini hatırlatır. Bir işi yalnızca “yapmak” değil, onu “yaşamak” için kalbimizi ve ruhumuzu ona adamalıyız.

Her iş bir ibadet olabilir. Yeter ki o iş, içtenlikle, sevgiyle ve şükürle yapılsın.
İşimizin adı büyük ya da küçük olabilir. Ama niyetimiz sade, duru ve Rab’be adanmışsa; o iş gelişir ve büyür; bizde bir dua olur, bir merhamet olur.
Çünkü Tanrı, görünene değil, görünmeyenin arılığına bakar.

Pavlus’un sözleriyle: “Her ne yaparsanız, insanlara değil, Rab’be yapar gibi yürekten yapın.” (Koloseliler 3:23)

Unutmayalım:
Sahip olduğumuz meslek değil, o mesleği hangi ruhla taşıdığımız belirler kim olduğumuzu.
Zira Tanrı günün sonunda şunu sorar:
“Bu işi ne kadar iyi yaptın?” değil,
“Bu işte ne kadar saf, ne kadar alçakgönüllü kaldın?”

...... Ve her adımda, her işte içsel bir sevgiyle, alçakgönüllülükle ilerlediğimizde, işin gerçek anlamını buluruz. Kibir, nefret ve bencillikten uzak, içsel huzur içinde yaşadığımızda ise, işte o zaman ruhumuzun yücelişine tanıklık ederiz. İşimizde de başarı ve kazanç elde ederiz.

Yusuf Beğtaş

www.karyohliso.com