Beklenti ve Hayal Kırıklığı

Abone Ol

Beklenti ve Hayal Kırıklığı

Anlamsal açıdan ‘‘beklenti’’, hayatın akışını etkileyen geniş tanımlı bir kavramdır. Kişiden kişiye, algıdan algıya, durumdan duruma, konumdan konuma, makamdan makama, statüden statüye göre, anlamı değişkenlik arz eder. Günlük hayatta bazen sarsıcı ve şekillendirici etkilere sahiptir.

Empatik yaklaşımdan yoksun her beklenti, toksik düşünceler kadar zehirlidir. Kuruntu ve bencil tutumlar taşıyan beklentiler, ruhu çok yormaktadır. Bu nedenle insanı ve konuyu irdeleyen düşünürler, filozoflar, yazarlar, ağız birliği etmişçesine ‘‘Ne kadar az beklenti o kadar çok mutluluk’’ diye yazmaktadır.

William Shakespare (1564-1616), ‘‘Beklenti, tüm kalp ağrılarının esas nedenidir’’ yazarken, George Bernard Shaw (1856-1950), ‘‘Yaşamımız yaşadıklarımızla değil beklentilerimizle şekillenir’’ demektedir.

Dücane Cündioğlu’na göre “İnsanlardan beklentiyi azaltmak, dertleri azaltmak demektir. Çünkü beklenti demek dert demektir.”

Robin Shrama’ya göre ise, “İnsan, beklentisi kadar mutludur. Formül: Sıfır beklenti, sonsuz mutluluk.”

Sonuçta, ümit edeceğiz ancak beklentimizi asla büyütmemeye gayret etmeliyiz. Özellikle de insanlardan…

Beklentinin inanç dünyasında da çok önemli bir yeri vardır. Örneğin, iyiliği sadece Allah için yapmak… İnsandan bir şey beklememek… “Balık bilmezse Halik bilir” yaklaşımıyla yapmak, son derece önemlidir.

İyilik konusunda beklenti içinde olmamak en doğrusudur. Burada esas mesele sağ elin verdiğini sol elin görmemesidir. Allah katında değerli ve makbul olan budur. Bu hal, iyiliği yapan kişiye huzur ve bereket kaynağı olur.

Ancak içten pazarlıklı dürtülerin etkisiyle ego/ben yaptığı her şeye -maddi ve manevi- karşılık alma beklentisine girdiğinde, kalemiz olduğunu düşündüğümüz yer, maalesef bir anda kuma dönüşebiliyor. Bu da, geleneksel yaklaşımların aşındığı ve hatta parçalara ayrıldığı hız ve bilgi çağında hayal kırıklıklarına neden oluyor. Hayal kırıklıklarını tetikleyen ve sorunları körükleyen esas mesele çoğu kez stereotipler yani kalıp yargılarıdır. Dar düşünsel kalıplara dayanan değerlendirme sistemidir. Ruhsal algılamaların ve hakiki bilgiye dayalı değerlendirmelerin yoksunluğudur. Kalıp yargılardan güdülenen geleneksel yaklaşımlar, ruhsal algılamalarla, yeni bilgilerle sentezlenmesi halinde -(aile, toplum, siyaset, iş, idare, vs..)- bütün alanlarda akış daha rahat olacaktır. Tıkanıklıklar ve zorluklar daha rahat aşılacaktır. Stereotipler (kalıp yargılar) yerleşik algıları olumsuz yönde beslediğinde, önyargıların gücü; olumsuz koşullanmaları körüklediğinde, geleneksel tutumların etkisi gayri iradi artar. Ancak anlam dünyası geliştikçe, durumlara, olaylara dair yorumlar ve yaklaşımlar da gelişmeye başlar. Ve insanı olumsuz etkileyen yakınlık körlüğünün gücü kırılır. Etkisi azalır.

Yakınlık körlüğü, psikolojik bir tanımlamadır. İnsanın başkalarına ait yanlışları çok görmesi; kendisinin veya kendisine yakın insanlarının yanlışlarına göz kapatmasıdır. Onları görmemesi veya görmezlikten gelmesidir.

Bazen insan kendine o kadar çok yakındır ki, kendindeki hataların ve neden olduğu sorunların farkında değildir. Burada özeleştiri kadar danışma mekanizması da önemlidir. Benlik aynasına bakma anlamına gelen özeleştiri ve istişare devreye girerse, sağduyu ve hikmet sahibi bir insandan akıl almak çok faydalı olacaktır.

Buna işaret eden kadim bilgelik şöyle der: ‘‘Kendi aklını kullanabilen ve başkalarının aklından faydalanabilen insan akıllı insandır.’’

Ortak aklı önemseyerek bilmekten yapmaya ve sonrasında yapmaktan olmaya doğru devam eden yaşam yolculuğunda insanın kendi içine dönmesi, kendine bakması, kör noktalarını aydınlatması, bu bağlamda doğru soruları sorması ve bunları yaparken ‘‘içsel büyüklüğü’’nü keşfetme çabasında olması, doğru yöntemleri kullanması, hayati önem taşır. Zira gelişmelere ve yeniliklere rağmen farkındalık, erdem, ahlak, samimiyet, dürüstlük ve bilinç hala kendini bilmek yolculuğu ile kazanılmaktadır. Bunlar kazanılmadan beklentilerin olumsuz sonuçlarından ve hayal kırıklığından kurtulmak mümkün değildir.

Buna rağmen, sorun bazen, bilinmeyenlerde değil, bilinenlerin yanlış bilinmesinden kaynaklanır. Samimiyetsiz ve maddiyatçı yaklaşımlar nedeniyle kültürel ve ruhani düzlemdeki ihtiyaçların gereği gibi karşılanmaması, bilinen kavramlardaki anlamın ve derinliğin yeteri kadar öğrenilmemesi, düşünce yapısında yerli yerine oturmaması, vicdanları uyandırmaması, bireysel çabaların yetersiz olması, bilinenlerin yanlış bilinmesinde en büyük dezavantajdır. Bu olumsuz durum insanı içsel boşluğa sürüklerken, hakikatten uzak kalmasına ve başka arayışlar içerisine girmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla hakikatin beyine olduğu kadar, kalbe ve ruha de ulaşması hayati önemdedir. Bunun bilinmesinde ve empatik yaklaşımlarla gereğinin yerine getirilmesi, hayatın bütün alanlarına fayda sağlayacaktır.

Elbette, beklentisiz olmak kolay değildir. Ancak beklentileri azaltmak ve bunu aşama aşama yapmak olasıdır. Hayal kırıklığına uğramamak için bunu gözetmekte fayda vardır.

Yusuf Beğtaş